TBB/Çakar: "Son yıllarda karşılaşılan içsel ve dışsal şoklara rağmen Türk bankacılık sektörü, piyasayı koruma adına güçlü bir reaksiyon göstermiş ve ekonomiye olan desteğini kararlılıkla sürdürmüştür"

Finansın Geleceği Zirvesi'nde düzenlenen "Bankacılığın Geleceği" panelinde sektörü etkileyen gelişmeler ve atılacak adımlar ele alındı.

Türkiye Bankalar Birliği (TBB) Yönetim Kurulu Başkanı Alpaslan Çakar, panelin moderatörlüğünü üstlenirken, panelde, VakıfBank Genel Müdürü Abdi Serdar Üstünsalih, Halkbank Genel Müdürü Osman Arslan, Garanti BBVA Genel Müdürü Mahmut Akten ve Akbank Genel Müdürü Kaan Gür konuşmacı olarak yer aldı.

Alpaslan Çakar, dünyanın 2024'e salgın, tedarik zincirinin bozulması, jeopolitik riskler gibi kavramlarla başladığını söyledi.

Küresel ticaret hacminin daralan bir yapıda devam ettiğine değinen Çakar, yakın coğrafyada savaşların sürdüğünü ve bu durumun küresel finansal ekosistemi negatif etkilediğini anlattı.

Çakar, dünyanın bu yıla yüksek enflasyonla başladığına dikkati çekerek, "Bu durum, sermaye hareketlerinin daha çok gelişmiş ülkelere yönelmesine neden oldu ve korumacı yaklaşımlar ortaya çıktı. 2024 yılının ilk yarısı, bu parametreler çerçevesinde şekillenmiştir. Özellikle Avro Bölgesi ve ABD'de, yüksek enflasyon nedeniyle finansal sıkılaştırma programları eşliğinde süreç yönetilmiştir." ifadelerini kullandı.

Türkiye'nin ise yıla yüksek enflasyon, mütevazi seviyede olan Merkez Bankası rezervleri, cari açık gibi parametrelerde başladığını belirten Çakar, 2024 yılı hikayesinin Orta Vadeli Program (OVP) üzerine inşa edildiğini vurguladı.

Alpaslan Çakar, OVP'nin fiyat istikrarı, bütçe disiplini, sürdürülebilir cari açık ve yapısal reformlar olmak üzere dört temel unsuru içerdiğini hatırlatarak, şunları kaydetti:

"Bankacılık ve finans sektörü olarak politikalarımızı fiyat istikrarı ve finansal istikrar çerçevesinde şekillendirdik. Fiyat istikrarı kapsamında politika faiz oranları yüzde 50 seviyesine çıkarıldı ve bu durum bilançolarımızın hem pasif hem de aktif tarafını etkiliyor. Dezenflasyon sürecini yönetmek için sıkı para politikası uygulanıyor ve bu politika üç temel bileşen üzerine inşa edildi. İlk olarak kaynak yönetimi kapsamında TL mevduatın bilançolar üzerindeki payını artırmaya yönelik politikalar devreye alındı ve KKM'den çıkış stratejisi planlandı. İkincisi, kredi tarafından selektif kredi politikası uygulandı. Üçüncüsü ise likidite yönetimi açısından zorunlu karşılık mekanizması hayata geçirildi. Bu üç unsur bilançolarımızı doğrudan etkiledi."

Çakar, bu politikalar sonucunda rezerv, cari denge ve CDS'lerde iyileşme yaşandığını, Türkiye'nin gri listeden çıktığını ve uluslararası derecelendirme kuruluşlarının ülke notunu artırdığını söyledi.

Sektör olarak 30 trilyon liralık büyüklüğe ulaştıklarını, toplam gayri safi milli hasıla içerisinde büyüklüğün yüzde 76'ya geldiğini belirten Çakar, "Yüzde 76 ülkemiz ölçeğinde anlamlı bir rakam ama Avro Bölgesi ve daha gelişmiş ülkelere bakıldığında bu oranın çok daha yüksek seviyelere gidebileceğimize hep beraber diliyoruz. Ana fonlama kaynağımız olan mevduat büyüklüğü 18,6 trilyon lira seviyesinde. Bugün itibarıyla bilanço içerisindeki payı yüzde 60'lar seviyesinde. Kredi tarafına geldiğimizde 15 trilyon liralık bir kredi hacmine sahibiz." diye konuştu.

Sermaye yeterlilik rasyosunun bugün itibarıyla yüzde 18 seviyesinde olduğunu ve yasal kriterlerin üzerinde seyrettiğini aktaran Çakar, sektörün sağlıklı bir bilanço dengesini sağlayabilecek güçlü bir yapıya sahip olduğunu ifade etti.

Çakar, NPL takip oranının dünya genelinde ekonomik konjonktür, sıkı para politikası ve kredilerdeki sınırlamalara rağmen yüzde 1,8 seviyesinde olmasının, sürecin yönetimi açısından son derece değerli bir gösterge olduğuna işaret etti.

Türk bankacılık sektörünün sağlıklı, sürdürülebilir ve dengeli bir bilanço yapısına sahip olduğunu vurgulayan Çakar, "Biz, üretimi, istihdamı, yatırımı ve ihracatı finanse edebilecek, büyümeyi destekleyecek bir yapıya sahibiz. Son yıllarda karşılaşılan içsel ve dışsal şoklara rağmen Türk bankacılık sektörü, piyasayı koruma adına güçlü bir reaksiyon göstermiş ve ekonomiye olan desteğini kararlılıkla sürdürmüştür." değerlendirmesinde bulundu.

"Dış tasarrufları ülkeye çekecek şekilde finansman sağlanmalı"

Halkbank Genel Müdürü Arslan, OVP çerçevesinde selektif kredi anlayışının, yatırımı, üretimi, ihracatı, istihdamı ve cari açığın azaltılmasına katkı sağlayacak anlayışı ifade ettiğini belirtti.

Türkiye'de bankacılık sektörünün son yıllarda gelişmiş olmasına rağmen ABD ve Avrupa'da faaliyet gösteren büyük bir bankanın aktif büyüklüğüne ulaşamadığını ifade eden Arslan, "Finans sisteminin büyümesini reel sektörü büyüterek yapmak çok önemli aksi halde kaynaklar ve finans yönetimi belli bir kesimin elinde toplanıp yönetilir hale geliyor. Bu durumda da ülkemizin kaynaklarının istihdamı artırmaya hevesli yöne doğru kayma noktasında sıkıntılar olabiliyor." dedi.

Seçici kredi anlayışının 2022 yılının başından itibaren başlatılan çalışmanın sonucu olduğunu dile getiren Arslan, almış oldukları tedbirlerle krediyi verirken "Bir müşterinin gerçekten o krediye ihtiyacı var mı yok mu?, Bu krediyi nerede kullanacak? Katma değerli ürün çıkacak mı?" gibi konulara bakıldığını kaydetti.

Arslan, son yıllarda önemli gelişmeler sağlanmış olsa da hala bankacılık sisteminde kredi limitlerinin genellikle bilançoları güçlü kredi kullanımına ihtiyaç duymayan firmalara verilebildiğini ifade etti.

Böyle büyük bir kredi limitinin bir firmaya tahsis edildiği zaman bir noktadan sonra o firmanın para yönetimiyle ilgili enstrümanlara yöneldiğini de tecrübe ettiklerini anlatan Arslan, "Bu konuda hala yapılması, atılması gereken adımlar olduğuna inanıyorum. Seçici kredi anlayışında ülkenin ihtiyacı olan stratejik yatırımlara kaynaması, bu anlamda da ihracatı artırıyor olmamız gerekir." şeklinde konuştu.

Türkiye'de tasarruf birikimin henüz istenen seviyede olmadığını, dolayısıyla ekonomiyi büyütmek için dış dünyanın tasarruflarını ülkeye çekecek bir ekonomi modeli üzerinde finansmanı sağlamanın oldukça önemli olduğunu vurguladı. Arslan, bunun da döviz kazandırıcı işlemler, başta turizm ve ihracata yönelik ve katma değeri yüksek olan üretimleri yatırımları desteklemekten geçtiğine dikkati çekti.

"2025'in selektif kredilerin devam edeceği bir yıl olacağını öngörüyoruz"

Vakıfbank Genel Müdürü Üstünsalih de 2024 yılını yurt içinde enflasyona odaklanılan bir yıl olarak niteledi. Üstünsalih, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) para politikaları ve selektif kredi büyümelerinin bu politikaya yön verdiğini ifade ederek, "2025 yılında faizlerin düşmeye başlayacağı ve selektif kredilerin devam edeceği bir yıl olacağını öngörüyoruz." dedi.

Gelecek yıl selektif kredilerin enflasyonist olmayan alan ve sektörlerde büyümeye devam edeceğini tahmin ettiklerini söyleyen Üstünsalih, Türk lirası kredilerde yüzde 20'leri aşan bir büyüme, yabancı para kredilerde de 2024 yılına göre sınırlı büyüme olacağını tahmin ettiklerinin altını çizdi.

Üstünsalih, yurt içinde TL kredilerin enflasyonist olmayan yatırım, imalat, ihracat alanındaki sektörlerde büyüdüğünü belirterek, 2025'te de enflasyonist olmayan alanlarda bu iştahın devam edeceğini öngördüklerini kaydetti.

Yatırım, imalat ve ihracat üçgeninde tüm bankaların selektif kredi büyümelerinin devam edeceğini dile getiren Üstünsalih, "Biz Türkiye bilançosuna çalışıyoruz" diyoruz. Bu anlayışın tüm bankalarımızda da olduğuna inanıyoruz. Türk bankacılık sisteminin sermaye rasyonları güçlü, öz kaynakları sağlıklı 2025'te düşen faiz ortamıyla birlikte kredi büyümesinin devam edeceğini öngörüyoruz." yorumunu yaptı.

"İleriye dönük çok pozitifim"

Garanti BBVA Genel Müdürü Akten, sektöre sermaye yeterliliği olarak bakıldığında, hedeflerin üzerinde bir bankacılık sermayesi olduğunu söyledi.

2000'lerdeki finansal krizden bu yana hem Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu hem Merkez Bankası hem de mevzuatların bankacılık sektörünü diğer ülkelerden çok farklı konumlandırdığını anlatan Akten, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Örneğin önceki seneye baktığımızda ABD'de bir banka faiz riskini yönetemedi diye battı. Bizim bankalarımızda her gün konuşulan bir şeydir faiz ve rasyo riski. Dolayısıyla çok güçlü bir yapımız var. Her sektörde olduğu gibi, bizde de inişler ve çıkışların olması gayet normal. Bizdeki en önemli konu maliyetlerimiz. Genel görüşün aksine faiz arttığı zaman bu durum bankacılık sektörü için iyi bir şey değildir. Karlar geriler. Bu birinci konu, ikinci konu, bankalar çok karlı gözükür ama çok ciddi sermaye tutarak büyürsünüz. Sermaye olmazsa kredi vermezsiniz. Dolayısıyla sektörümüz nominal karlara baktığınız zaman hep en önde olmuştur"

Akten, son 8-10 yılda yaşanan jeopolitik riskler ve salgın gibi zorlu süreçlerin Türkiye'deki bankacılık sektörünü diğer sektörlere kıyasla daha fazla ağırlık kaldırmaya zorladığını vurguladı.

Yaşanan zorlu süreçlerin ardından enflasyonun biraz gerisinde bir getiri sağlandığını belirten Mahmut Akten, "Biraz gücümüzü kaybettik, ancak şu anda çok iyi bir pozisyonda bulunuyoruz. Yurt dışı bankalarda bizim sahip olduğumuz rasyolar yok. Bence hala çok sağlıklı ve sağlam bir yapı üzerinde ilerliyoruz. İleriye dönük çok pozitifim. Ülkemizin genç yaş ortalaması, dinamik yapısı bizi Avrupa ve ABD'den oldukça ayrıştırıyor. Ayrıca, borçluluk konusunda da dikkat çekici bir avantaja sahibiz; gayrisafi milli hasılaya oranla dünyanın en düşük borçluluk seviyelerinden birindeyiz. İkili kutuplaşma ortamında daha fazla yatırım çeken bir konumdayız. Bu durumu desteklemek için sürdürülebilirlik, iklim değişikliği ve enerji tasarrufu gibi konulara odaklanmamız, bizi daha iyi bir noktaya taşıyacaktır," dedi.

 "Sürdürebilirlik bankacılık sektörü açısından bir tercih değil zorunluluk"

Akbank Genel Müdürü Kaan Gür, bir araştırmaya göre sürdürülebilirlikle ilgili atılması gereken adımların atılmadığı takdirde, 2050 yılına kadar dünya gayri safi milli hasılasının yüzde 60'ının maliyet unsuru olarak geri döneceğini söyledi.

Gür, bu durumun 1 milyara yakın ekolojik göçe sebebiyet vereceğini, rekoltede yüzde 25'e kadar bir kayıptan bahsedileceğini belirterek, daha önemlisi biyoçeşitliliğin ortadan kalkabileceğini ifade etti.

Bu kadar büyük etkilerin hesaplanabildiği bir gerçeği konuşurken, sürdürülebilirliğin bankacılık sektörü açısından bir tercih değil, bir zorunluluk olduğunu vurgulayan Gür, "Sürdürülebilirlik, geleceğimizi etkileyen en kritik unsurdur. Bu risklerin yönetilmesinde bankacılık sektörüne çok iş düşüyor." dedi.

Gür, bu risklerin yönetilmesinde bankacılık sektörünün önemine değinerek, kendilerine düşen sorumluklar olduğunu, insan ve toplum faktörünü sürdürülebilirliğin ortasına koyduklarını sözlerine ekledi.