Son yazımda perşembeye yazarım dediğim -belki de asıl istenilenin ileride lazım olacak cephanenin biriktirilmesi için bütçenin kontrol altına alınması- konusunu haftaya erteliyorum. Malum, Merkez Bankası’nın Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı bugün. Hemen herkes, politika faizinin yüzde 45’ten yüzde 42,5’e düşürülmesini bekliyor. Öyle olacak anlaşılan. Büyük bir sürpriz olur da faiz indirilmezse, döviz kuru tepetaklak aşağıya iner. Tersine 5 puan civarında bir artırım, döviz kurunu coşturur. Her ikisinde de Merkez Bankası’nın müdahale etmesi gündeme gelir.

Gelin, az sonra sıralayacağım son zamanlarda yaşanan ‘gariplikleri’ bir tarafa bırakayım. Önce enflasyon açısından ahval ve şeraite bakayım. Mayıs 2024’te tüketici enflasyonu yüzde 75,5 düzeyindeydi.  O tarihten bu yana 33,6 puan azalarak şubat ayında yüzde 39’a indi. Neresinden bakarsanız bakın önemli bir düşüş gerçekleşti. Üstelik şubat enflasyonu da yüzde 2,3 ile beklenenin oldukça altında kaldı. Yıl sonu tahmini yüzde 24, tahminin üst sınırı ise yüzde 29. Bu tahminin arkasındaki temel varsayımlardan ilki, Brent ham petrolünün varil fiyatının 2025 ortalamasının 76,5 dolar düzeyinde kalacağıydı. Yılbaşından bu yana ortalaması 77 dolar oldu; varsayımla uyumlu. Dahası, son haftalarda önemli bir düşüş yaşandı; dün 71 dolar düzeyindeydi. Bir diğer temel varsayım gıda enflasyonun yıl sonunda yüzde 24,5 düzeyinde olmasıydı. Yani, ana enflasyonla aynı düzeyde kalmasıydı. Şubatta yıllık gıda enflasyonu yüzde 34,8 oldu; bu da ana enflasyonla uyumlu.

Bu olgular göz önüne alındığında enflasyonun 2025 sonunda yüzde 30 civarına düşmemesi için bir neden yok. Dolayısıyla, PPK’nın hemen herkesin beklediği gibi politika faizini yüzde 42,5’e düşürmesinin de bir sakıncası yok. Ama gelin görün ki son zamanlarda yaşananlar bundan önceki iki faiz indirimi kararının oldukça ‘zorlama’ olduğu izlenimini veriyor. İyi de olmuyor. Neden ‘zorlama’ olarak nitelendiriyorum önceki faiz kararlarını?

Birinci gerekçem için faizin düşürüldüğü son iki PPK toplantısının karar metninden alıntı yapayım.  Aralık metninden:  “Son çeyreğe ilişkin göstergeler yurt içi talebin yavaşlamayı sürdürerek enflasyondaki düşüşü destekleyici seviyelerde bulunduğunu göstermektedir.”  Bu da ikinci faiz indiriminin yapıldığı Ocak PPK metninden: “Son çeyreğe ilişkin göstergeler yurt içi talebin enflasyondaki düşüşü destekleyici seviyelerde bulunduğunu göstermektedir.” Oysa dördüncü çeyrekte çok yüksek bir artış gerçekleşti GSYH’de. Üçüncü çeyreğe kıyasla yüzde 1,7 arttı. Bazı ülkeler, mesela ABD, büyüme oranını çeyrekten çeyreğe büyümeyi yıllıklandırarak açıklıyor. Yani, yılın dört çeyreğinde ekonomi aynı oranda büyürse, ortaya çıkacak değer hesaplanıyor. Yüzde 1,7’nin yıllığı yüzde 7’ye denk düşüyor. Çok yüksek. Bir kıstas: 1970’ten bu yana gerçekleşen ortalama büyüme oranımız bunun oldukça altında: Yüzde 4,5. Daha ilginci özel tüketim harcamalarının dördüncü çeyrekte neredeyse ‘patlamış’ olması. Bir önceki çeyreğe kıyasla yüzde 4,3 oranında yükseldi tüketim harcamaları. Yıllıklandırılmışı yüzde 18,5’e denk geliyor.

Hadi bu veriler PPK kararından sonra açıklandı diyelim. Ek olarak karar metinlerinde sözü edilen yurtiçi talep gelişmelerinin 2025’in ilk ayları için olduğunu kabul edelim. Ama ‘zorlama’ nitelememin arkasındaki ikinci gerekçe ise orada duruyor. Son altı ay içinde yıl sonu enflasyon tahminleri üç kez yukarıya doğru güncellendi. Bunların sonuncusu, 23 Ocak PPK toplantısında yapılan 250 baz puan faiz indiriminin mürekkebi kurumadan 7 Şubat’ta gerçekleşti. Arada iki hafta var.

Öte yandan, tüm bunlar bu coğrafyada Merkez Bankası’nın işini yapmasının ne kadar zor olduğunu gösteriyor diye de yorumlayabiliriz.

•    Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve borsagundem.com.tr’nin editoryal politikasını yansıtmayabilir.

Kaynak: ekonomim.com