Döviz kuru artışının uzunca bir süre enflasyonun altında kaldığı ve bu durumun bir süre daha devam edeceğinin anlaşıldığı dönemlerde, ihracata farklı (özel) döviz kuru uygulanması taleplerini sık sık duyuyoruz. Türkçesi, “ihracatçı dövizini daha yüksek kurdan bozdursun” anlamına geliyor. Daha yüksek kurdan satın alınınca, alan açısından elbette bir zarar çıkacak ortaya. Dolayısıyla, daha yüksek kurdan dövizi alanın, o zararı tazmin ettirmesi gerekiyor. Kim tazmin edecek? Kamu. Büyük ihtimalle de Merkez Bankası. Buna karşılık, ihracatçının dış piyasalarda daha fazla rekabet edebileceği ve dolayısıyla ihracatın artacağı düşünülüyor. Elbette ihracatı yapan şirketin kârı da yükselmiş olacak.

Ne var ki bu tür bir uygulama çıkmaz sokağa girmek anlamına geliyor. Sadece çıkmaz sokağa girilse neyse; çıkmaz sokağın sonunda duvara toslamak da var. Şüphesiz çaresizlikten dile getiriliyor bu istekler. Bize benzer ya da vaktiyle benzeyen ülkelerde, çaresizlikten sık sık gündeme gelen, hatta bazen yürürlüğe de konulan o kadar çok gariplik var ki. En günceli bizdeydi: Kur Korumalı Mevduat (KKM). Ekonomi politikasının temel araçlarından biri olan faizi çok yanlış bir düzeyde tutmaya çalışmanın sonucunda ortaya çıkmıştı. Faiz çok yanlış yerde olunca kur ve arkasından da enflasyon sıçramış, ödemeler dengesi krizine ramak kalmışken KKM devreye alınmıştı.

Düzgün ekonomi politikasıyla çaresizlik algısı ortadan kalkar

Bize -adı lazım değil- ABD’li bir iktisatçı tarafından her nedense sık sık önerilen ‘para kurulu’ uygulaması var mesela. Özellikle geçmişin kötü politikalarının düzeltileceğine inanılmadığı ülkelerde gündeme gelebiliyor. Vaktiyle, Arjantin’in başına -evet yine Arjantin- bela olmuştu. ‘Ne kadar ekmek o kadar köfte’ şeklinde özetlenebilecek bu uygulamada, gelen döviz kadar yerli para sisteme çıkıyor. Ama hep döviz akmaz ki bir ülkeye. Bir nedenle, mesela küresel finans sisteminde sorunlar ya da Trump hazretlerinin sosyal medya mesajları gibi nedenlerle döviz çıkışı başlar ve hızlanırsa ne olacak? Merkez bankası o talebi karşılayacak, sistemde yerli para likidite kuruyacak, faizler fırlayacak… Bu sürecin daha başlarında rejimin sürmeyeceği belirginleşecek, bankalara hücum başlayacak. 2000’lerin ilk yıllarında Arjantin’in başına gelenler gibi.

Çaresizlikten kaynaklanıyor bu tür istekler dedim. Ne var ki çaresizlik ‘doğal’ bir çaresizlik değil. Düzgün bir ekonomi politikası tasarlar ve uygulamaya koyarsanız, bu politikanın sonuç vermeye başladığı görülünce, çaresizlik algısı ortadan kalkar. Çaresizlik, düzgün bir ekonomi politikası uygulanmayacağı, uygulanmaya başlansa da raf ömrünün uzun olmayacağı düşüncesinden kaynaklanıyor. Çıkmaz sokağa girilmesi anlamına gelen taleplerde bulunmak yerine, mevcut ekonomi programının eksikliklerini giderici önlemler önermek gerekiyor. Öneri listesinin başına da ‘adil ve hızlı çalışan bir yargı sistemi’ oluşturmanın olmazsa olmaz olduğunu yazmak gerekiyor.

•    Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve borsagundem.com.tr’nin editoryal politikasını yansıtmayabilir.

Kaynak: ekonomim.com