Sıra, nihayet 4 Mart’ta yayımlanan ‘Enflasyon kimin umurunda’ yazımda verdiğim sözü tutmaya geldi. Verdiğim söz şu konuyu ele almak içindi: “… sanki enflasyonun yüzde 30 civarında bir yere, belki azıcık altına düşmesiyle yetinilecek gibi duruyor… Program eksik ve bu eksiklik nedeniyle istenilen sonuçları almak yavaş ve zor oluyor. Süreç içinde şikâyetler artıyor… Bu durumda programın raf ömrü azalıyor… Belki de asıl istenilen ileride lazım olacak cephanenin biriktirilmesi için bütçenin kontrol altına alınmasıdır. Biraz spekülatif oldu; olsun… ele alacağım.”

Bir ekonominin GSYH’si uzun yıllardır gösterdiği eğilimin etrafında dalgalanır. Hemen her ekonomide eğilim yukarıya doğrudur. Bazen büyüme yüksek olur bazen düşük. Kimi zaman GSYH düşer. Bu süreçte sadece GSYH değil, aynı zamanda yatırım, tüketim gibi GSYH’nin alt kalemlerinden tutun da istihdam ve işsizliğe, yeni açılan ve kapanan şirket sayılarına, inşaat izinlerine, iflas başvurularına kadar çok sayıda gösterge dalgalanır. Bu nedenle, bu yaşananları ‘GSYH dalgalanmaları’ olarak tanımlamak olan biteni anlatmak açısından yeterli olmuyor. İngilizcede ‘business cycles’ terimi kullanılıyor. Türkçede iş döngüleri, iş çevrimleri, ekonomi döngüleri… gibi kullanımlar var.

Olumsuz etkiler daha çok seçim sonrasına kalıyor

Bir de ‘political business cycles’ olarak adlandırılan, ‘politik ekonomi döngüleri’ olarak Türkçeye çevirebilecek geniş bir iktisat yazını mevcut. Bir dalı, seçimlerden önce işbaşındakilerin yaklaşan seçimleri kazanmak için kullandıkları yöntemleri inceliyor. ‘Merkez bankalarının bağımsızlığı’ kavramı ile bu çalışmaların bulguları arasında çok yakın bir ilişki var. Çünkü özellikle gelişmiş demokratik ülkeler için yapılan çalışmalar, seçimlerden önce yapılanların olumlu etkilerinin -mesela işsizlikteki azalmanın- geçici olduğunu gösteriyor. Buna karşılık, süreç içinde olumsuz etkiler çoğalıyor; makroekonomik istikrar bozuluyor, enflasyon yükseliyor. Olumsuz etkiler daha çok seçim sonrasına sarkıyor. “Olumsuz etkilerin ağır bastığı bu tür uygulamaları nasıl önleyebiliriz” sorusuna yanıt arayışından çıkıyor merkez bankası bağımsızlığı.

Bu çerçevede ilk geliştirilen önlemlerden biri, merkez bankalarının ülkelerinin hazinelerine bütçe harcamalarının finansmanında kullanılmak üzere kredi açmalarının yasaklanması oldu. Merkez bankasının yasasında bu hükmün olduğu ülkelerin merkez bankalarının ‘ekonomik açıdan bağımsız olduğu’ kabul ediliyor. Türkiye’de Mayıs 2001’de Merkez Bankası Kanunu’nda yapılan değişiklikle bu yasak getirildi. Bu yasağın arkasındaki temel amaç, bütçe harcamalarının finansmanı için sisteme bol miktarda ‘merkez bankası parası’ sürülmesi yoluyla enflasyonun azdırılmasını önlemek.

Farklı kanalları kullanabilmek için manevra alanı olmalı

Oysa biliyoruz ki, çok sayıda başka kanal var seçim öncesinde ‘ekonomiyi canlandırmak’ için. Çoğu ülkede bu kanalların hepsini ‘tıkamak’ mümkün olmuyor. Mesela ülkenizde kamu bankaları önemli bir ağırlık taşıyorsa, bu yolu kullanabilir, seçim öncesinde bol ve ucuz kredi furyası başlatabilirsiniz. Mesela, bir önceki seçimden önceki politik ekonomi döngüsü uygulamaları ekonomiyi belirgin biçimde yıprattıysa, maaş ve ücret artışlarını bir süre düşük tutar ama yeni seçimden önce belirgin biçimde yükseltebilirsiniz, diğer kamu harcamalarını artırabilirsiniz. Merkez bankası, ülkesinin hazinesine kredi veremese bile ‘şatafatlı isimler altında’  bankalar aracılığıyla bazı yatırımları destekleyebilir…

Ama bu kanalları kullanabilmek için maliye politikasında yeteri kadar manevra alanınız olması gerekiyor. Türkiye’ye döneyim. Kamu borcunun GSYH’ye oranı çok düşük. Bu önemli bir avantaj. Ancak birkaç yıl üst üste belirgin biçimde yüksek bütçe açığı verilecek olursa, borcun yükselmesi olasılığı ortaya çıkar. Ayrıca borçlanma faizlerine yukarıya doğru baskı oluşur. Manevra alanı daralır. Bir de deprem harcamaları var. Bir yandan deprem sonrasında bölgeyi ayağa kaldırmak için gerekli harcamaları yapmak gerekiyor bir yandan da bütçe açığını belli bir düzeyde tutmak. Politik ekonomi döngüsünün kabaca seçimden bir yıl önce başlayacağını kabul edelim. Bu durumda -seçim zamanında olacaksa- 2026 sonuna kadar bütçeye ilişkin adımların tamamlanması gerekiyor. Seçim biraz daha erken olacaksa, toparlanmanın son tarihini 2026’nın ilk ayları-2026 ortası gibi düşünebiliriz. Böyle bakınca, 2025 sonunda enflasyon yüzde 30’a inerse, ondan sonra kalan sürede biraz daha aşağı giderse (yüzde 25?) sorun olmayacak; yeter ki deprem harcamaları tamamlansın ve ondan sonra maliye politikasında önemli bir manevra alanı kalsın.

Ne kadar ‘doğru’ bu analiz? “Kesin böyle olacak” diye iddia etmem mümkün değil elbette. Belirttiklerim bir olasılık ama azımsanmayacak bir olasılık.

•    Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve borsagundem.com.tr’nin editoryal politikasını yansıtmayabilir.

Kaynak: ekonomim.com