Ekonomi

BRICS Üyesi Olmak

BRIC kısaltması ilk kez 2001 yılında yatırım bankacı Jim O’Neill tarafından ortaya atıldı. O’Neill, Building...

BRIC kısaltması ilk kez 2001 yılında yatırım bankacı Jim O’Neill tarafından ortaya atıldı. O’Neill, Building Better Global Economic BRICs başlıklı yazısında Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’in 2050 yılına gelindiğinde dünya ekonomisini domine edeceğini öne sürmüştü. BRIC kısaltması da bu dört ülkenin adlarının baş harflerinden yapılmış bir kısaltmaydı. Bu dört ülkenin dışişleri bakanları Eylül 2006’da New York’ta Birleşmiş Milletler toplantıları sırasında buluştular ve O’neill’in sözünü ettiği bu grubu oluşturmaya karar verdiler. 16 Haziran 2009’da Rusya’nın Yekaterinburg kentinde bir araya gelen dört ülke liderleri BRIC grubunun ilk toplantısını yaptılar. 2011 yılında coğrafi dağılımı daha geniş tutmak amacıyla Güney Afrika’yı (South Africa) gruba aldıklarında grubun adı BRICS olarak değiştirildi. Bu yılın başında BRICS grubuna yeni İran, Mısır, Etiyopya ve Birleşik Arap Emirlikleri de katılınca grubun üye sayısı dokuza yükselmiş oldu.

G7 ülkelerinin (ABD, Japonya, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya ve Kanada) karşısında bir denge unsuru oluşturmaya çalışan BRICS grubunun amacı bu ülkelerin uluslararası kuruluşlarda ve görüşmelerde daha çok söz sahibi olabilmelerini sağlamak olarak belirtiliyor.

BRICS ülkelerinin (genişlemiş grup olarak) toplam GSYH’leri dünya ve G7 ülkeleriyle karşılaştırmalı olarak yer alıyor (tablo; IMF, World Economic Outlook Database, April 2024 verileri esas alınarak tarafımdan hazırlanmıştır):

Tablodan görüleceği gibi genişletilmiş grup olarak BRICS grubunun dünya GSYH’sindeki payı henüz G7 ülkelerinin payının yarısından biraz fazla. 2050 yılına kadar ne olur bilinmez. Ama şurası açık ki başta Çin olmak üzere BRICS ülkeleri bu yüzyılın ikinci yarısında çok daha fazla söz sahibi olacaklar.

Türkiye, zaman zaman BRICS üyeliği meselesini gündeme getiriyor ve zemin yokluyor. Benzer bir yaklaşımı Şangay İşbirliği Örgütü üyeliği meselesinde de yapıyor. Batıyla ilişkiler kötüye gittiğinde ya da yeterince kaynak sağlanamadığında bu tür yaklaşımları bir kaldıraç olarak kullanılıyor. Bu, yeni bir şey değil, Osmanlı’dan beri Türk dış politikasının bir parçası haline gelmiş bir yaklaşım. Zaman zaman terk edilir, zaman zaman atıldığı sandıktan çıkarılıp yeniden piyasaya sürülür. Son günlerde batıdan dış destek, kaynak ve F 16 bekleyen yetkililer, istekleri savsaklanınca bu eski politikayı sandıktan çıkarıp piyasaya sürerek BRICS üyeleri arasına katılmanın düşünüldüğünden söz ettiler. Rusya, bunu olumlu karşıladığını vurgulayınca bu kez ABD, bir süredir tartışma konusu olan F 16’ları verme meselesini yeniden gündeme getirdi. Tabii o arada carry trade yoluyla Türkiye’ye sıcak para sokmuş olan yabancılar paralarını alarak yurt dışına çıkmaya yönelip de USD/TL kuru yukarı doğru hareketlenince bizimkiler BRICS lafını gündemden çekerek batıyla işbirliğinden söz etmeye başladı. Bu kez de Rusya rahatsızlığını dile getirir oldu. Benzer gelişmeler birkaç yıl önce bu kez Şangay İşbirliği Örgütüne katılma biçiminde gündeme gelmiş, bir süre konuşulduktan sonra gündemden düşmüştü. Özetle söylemek gerekirse herkesi birbirine karşı kullanmayı ve bu yolla en büyük çıkarı sağlamayı hedeflerken, yarattığımız tutarsızlıklarla oradan oraya savrulan bir dış politika izliyoruz.

 

Kaynak: mahfiegilmez.com