Ekonomi

Son dönemde neredeyse papatya falı açılır olmuştu. Merkez Bankası’nın politika faizi seçimden önce artırılır mıydı,...

Son dönemde neredeyse papatya falı açılır olmuştu. Merkez Bankası’nın politika faizi seçimden önce artırılır mıydı, böyle bir karar alınır mıydı? Olmaz diyen sanki daha çoktu; ama koşulların bir faiz artışını gerektirdiğini dile getirenler de hiç az değildi. Faizin yükseltilmesinin iyi olacağını söyleyenler de artışın 2.5 puan mı, yoksa 5 puan mı olması gerektiği konusunda görüş ayrılığı içindeydi.

Ama sonuçta karar verildi ve Merkez Bankası’nın politika faizi 5 puan artırılarak yüzde 50’ye çıkarıldı.

Politika faizinin artırılmasının yanında bir başka karar daha vardı. Merkez Bankası gecelik borçlanma ve borç verme faiz oranlarının bir hafta vadeli repo ihale faiz oranına kıyasla artı- eksi 3 puanlık bir marj ile belirlenmesine karar verdi. Daha önce bu marj politika faizine göre artı-eksi 1.5 puandı. Şu durumda yüzde 50’lik politika faizine göre gecelik borç alma faizi yüzde 47, borç verme faizi ise yüzde 53 oldu.

Merkez Bankası’nın geç likidite penceresinden borç verme faizi de yüzde 56’ya çıktı.

“Enflasyon yüksek”

Para Politikası Kurulu’nun faiz kararından sonra yaptığı açıklamada “Şubatta aylık enflasyonun ana eğilimi, hizmet enflasyonu öncülüğünde öngörülenden yüksek gerçekleşmiştir” denildi.

Hatırlanacaktır, Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Cevdet Akçay da enflasyon raporunun açıklandığı toplantıda Merkez Bankası için önemli olanın aylık enflasyonun seyri olduğunu özellikle vurgulama gereği duymuştu. Akçay, bu seyrin olumsuz olması durumunda parasal sıkılaştırmaya gidileceğini ifade etmişti.

PPK’nın dünkü açıklamasında geçen ayki ifadeye aynen yer verilerek “Enflasyonda belirgin ve kalıcı bir bozulma öngörülmesi durumunda para politikası duruşu sıkılaştırılacaktır” denildi.

Anlaşılan enflasyonda belirgin ve kalıcı bir bozulma görüldü ki faizin artırılması kararı alındı.

Öngörü eksikliğinin maliyeti

PPK’nın ocak ayı toplantısı… Tarih 25 Ocak… Yapılan açıklamada söylenen aynen şu:

“Kurul, parasal sıkılaştırmanın gecikmeli etkilerini de göz önünde bulundurarak, dezenflasyonun tesisi için gerekli parasal sıkılık düzeyine ulaşıldığını ve bu düzeyin gerektiği müddetçe sürdürüleceğini değerlendirmiştir.”

Böylece bir anlamda faiz artırımına son verildiği o tarihte ilan edildi. Gerekçe açıktı, gerekli sıkılık düzeyine ulaşılmıştı.

Şubat toplantısına gelindi; ocak ayındaki yüzde 6.70’lik enflasyon dönemsel ve geçici olarak görülüyordu ve yüzde 45’lik faizle oluştuğu düşünülen sıkılık düzeyini artırmaya gerek duyulmadı.

Ama sonrasında olanlar oldu. Fitili yabancı bankalar ateşledi; faizin artırılması gerektiği yönünde raporlar peş peşe gelmeye başladı. Faiz artışı için önce nisana işaret edildi, sonra mart ayına…

Yurt içinden de bu raporları destekleyen yönde açıklamalar gelince dövize yoğun bir yönelme yaşandı. Döviz talebi adeta çığa dönüşmüştü ve önünde durmanın yolu faizi artırmaktan geçiyordu.

Yapılan da zaten bu.

Ama şunu görmüş olduk; ocak ayındaki açıklamasıyla bir anlamda kendini bağlayan ve aradan bir ay geçtikten sonra bu kez kendini yalanlarcasına yeni bir faiz artışına gidemeyen Merkez Bankası, bir aylık aranın maliyetini milyarlarca dolar döviz satarak ödemek durumunda kaldı.

Amaç enflasyon mu, döviz mi?

Merkez Bankası faiz artışına ilişkin gerekçeyi tabii ki enflasyonla mücadele olarak açıklamak durumunda. Ama ilk etapta amacın dövize olan yönelişi önlemek olduğu açık.

Gerçi dövizdeki artış da artık sanılanın çok ötesinde bir hızla ve oranla enflasyona yol açıyor. Dolayısıyla dövizi tutmak, sonuçta enflasyonu tutmak demek.

Eğer dövize böylesine bir yönelme olmasaydı Merkez Bankası ne ocak ayındaki yüzde 6.70’ten, ne şubattaki yüzde 4.53’ten rahatsızlık duyup faiz artırımına gitmeyi düşünürdü. Zaten mayısta yıllık oranın yüzde 74-75’e ulaşacağı kabul edilmişti. Yıllık enflasyonda da özellikle temmuz ve ağustosta baz etkisiyle çok hızlı bir düşüş olacaktı.

Dolayısıyla Merkez Bankası’nı harekete geçiren ilk iki ay görece yüksek gelen, belki martta da gelecek olan enflasyon değildi. Amaç, artık karşılanamaz hale gelen döviz talebini frenlemekti ve dünkü 5 puanlık faiz artışının en temel nedeni buydu.

Nereden nereye, bir yılda 8.5’ten 50’ye…

Merkez Bankası’nın sayfasına girip geçmişteki faizlere bir bakalım dedik; nostalji oldu doğrusu…

Hani Naci Ağbal’ın görevden alındığı dönemdeki faiz kararı vardı ya, hatırlıyorsunuz değil mi, Ağbal faizi Mart 2021’de yüzde 19’a çıkarmıştı. Ağbal herhalde faizi çok yükseltti diye görevden alındı!

Biraz daha önceye gidelim; Murat Çetinkaya “Laf dinlemiyordu”, biliyoruz ki o yüzden görevden alındı. Çetinkaya rahip krizi sırasında faizi yüzde 24’e çıkarmış ve uzun süre o düzeyde tutmuştu. Oysa Erdoğan faizin inmesini istiyordu ve “Laf dinlemeyen” Çetinkaya da bu yüzden Başkanlıktan oldu.

Haftalık repo faizinde ilk oran 2010 yılındaki yüzde 7. Evet yalnızca yüzde 7. Üstelik 2013’te yüzde 4.5’e kadar da inilmiş.

Gerçi çok geriye gitmeye de gerek yok, daha bir yıl önce bugünlerde politika faizi yüzde 8.5 düzeyindeydi.

8.5’ten 50’ye ve daha da yolumuz var.

0’dan 100’e gibi!

Hani tam “Nereden nereye” denir ya, işte o durum…